Şu sıralar bay x’e, taramadan bağladığım saçlarım, üzerime iki beden büyük gelen, sürekli çekiştirdiğim pijamam ve elimde tehditkâr biçimde tuttuğum bıçağımla açıyorum kapıyı. Bir telaş uzattığı yanağa kondurduğum öpücükle avutup, mutfağın yolunu tutuyorum. Keşke ben yemekleri hazırlarken ya da etrafı toparlarken “Aferin size bu kadar çalıştınız MAC ürünlerimiz ve makyaj bedava” diyen reklam kadınları dolansa evin içinde. Böylelikle kapı arkasında bekleyen eşlerin hayal kırıklıklarına bir son verilmiş olunurdu. Mecburiyetlerimi giderek sevmeye başlıyorum aslında, işten eve koşturarak gelip telefonda annemin kafasını “şimdi hangi malzeme atılacak? Ne kadar pişecek? Pişeceğini nasıl anlayacağım?” sorularıyla boğup binevi özlemimi de gidermek için bahane buluyorum. Evlilik zor mu? Evet zor. Ama abartılacak bi yanı da yok hani. Hayatınıza giren kişiyi değiştirmek gibi bir gaflet içindeyseniz durum farklılaşır elbette. İşler bitip elime çayımı ya da kahvemi aldığım, neden bu kadar uzadığını anlamadığım kitabımı okumaya devam ettiğimde mutluluğumun tarifi yok ohh. Sevgilimde yanımda, daha ne olsun.
Milan Kunderanın “Saka” adlı kitabı;
“…………
şu son yıllarda, kaç kez, her türden kadın beni kendini beğenmişlikle suçladı (salt onların duygularını yeterince yanıtlayamadığım için). Bu anlamsız bir şey. Ben kendini beğenmiş biri değilim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, ben bu yetişkin çağımda, bir kadınla gerçek bir ilişki kuramadığım, hiçbirini sevemediğim için yeterince üzgünüm.”
Yukarıda yer alan haberin konusuna şöyle bir göz attıysanız simaların durumunun izahı seninki benden karadan ileri gitmemekle beraber kadının kendine duyduğu özgüven karşısında önünde saygıyle eğilirim.
Minik; Tomaso Giovanni Albinoni dinleyerek kulaklarının pasını siliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder