Daha küçük yaşlarda anneannemin evinin arkasındaki büyük bir sığınaktı ağaçlarına tırmandığım, papatyadan taç yapma şerefine nail olduğum, şimdilerde pek inandırıcı gelmese de dalından ellerime kırmızı tonlarını bulaştıran dutları kopardığım hayal alemi. Kenesiz çimenlerin bir tarafına sessizce oturup uğur böceklerinden burcunun saçını, yaseminin bisikletini medet uman kız topluluğu, diğer tarafına ise, koca göbekleriyle konuşlanmış filancahanımteyzenin torununu, kocasını, metresini hasbıhal eden latifeler dizilirdi. Tazelenecek demlikler bir kenarda fokurdarken yaptıkları hoşbeşe eşlik etmeye kalkan yeni yetme güruh’u içlerinden en gudubet suratlısı belki de kendilerinin bile hoş karşılamadığı, edepsizce yapılan yorumlardan bizi uzaklaştırır, sohbet koyulaştığında ise bizim yanı başlarında oturduğumuzun farkına bile varmazlardı. Duyduklarımdan hiçbir şey anlamamanın, bu kadar seri nasıl konuşabildiklerinin, tekerrürlerinin, kınamalarının mantığını kavramaya çalışır, bocalar, sıkılır ve sonradan çok pişman olacağım karınca yuvalarını katlederdim. Cümlelerin çoğunda tövbeler, günahlar, yermeler havada uçuşur, konuşmayı yapanların hepsinin birer pirüpak olduğuna kendimi şartlandırır, günahkâr ilan ettikleri kişileri kazara yolda, bakkalda gördüğümde ise dikkatlice yüzlerine bakıp günahlarının yüzlerine yansıyıp yansımadıklarını anlamaya, geceleri maskelerini çıkarıp yeşil suratlarıyla uyuduklarına inanırdım. Bununla da kalmaz gözlerinin içine sertçe “ seninle ilgili her şeyden haberim var. Tüü!” bakışları atıp, karşımdakinin hepten beni deli zannetmesi için gerekli zemini de hazırlardım. Çoğunun oturmaktan müzmin bacak ağrılarına sahip olduğu içlerinden illaki birinin daha patetik yorumlar yaparak ilginin odak noktası haline geldiği, hepsiyle tek tek konuşsanız iyi olduklarına kanaat getireceğiniz bu masumane çay sohbetlerinden edindiğim sağlam batıl inançlarım, kuvvetli empati yeteneğim, üç numaralı bakışım, çay müptelalığım, karınca yuvalarına sonsuz saygım peyda olmuştur. Hafızamın en korunaklı bölgesinde yer eden havzı hayalimin yerinde, dış cephelerinde birbirinden alakasız renklerle döşenmiş btb kaplı binalar çöreklenmiş durumda. Mahallede, artık ne tanıdık bir sima, ne ağaç, ne de kulak kabarttığım teyzeler kalmış. Ben yaban, onlar yabancı. Şimdilerde, rast geldiğim kadın muhabbetlerinde, ne yüzümde ister istemez oluşan acemi dedikoducu tebessümüm, ne elimde her an devrilecek korkusuyla ev sahibinin gözünü diktiği tabağım, ne de empati yapmaları için ortaya attığım beylik laflarım kaldı. Artık sadece etrafta gezinen çocukları kovalıyorum fütursuzca edilen sözleri duymasınlar diye.
Meksika (Mexico City) Ocak 2019
1 yıl önce
yazınız beni anlatır gibi sanırım insanlar bazen aynı şeyi görebilirler ,irdeleyebildikleri için:)
YanıtlaSil