Bir bebeğin gelişimini izliyorum fosur fosur sigara içen annesinin karnından. İç sızlatan yarım gülüşle selamlıyor... Acıyorum. Damarlarına işlemiş, hazırlıksız annelik içgüdüsü, kaybedilmiş kardeş, baba açığı. Son sözü söylemek neye yarar bu sızlayan, sızlatan beyinciğe. Neden suçluluk duyuyorum ondan fazla, ondan fazla hazırlıksız çocuğa. Neden ben sancıya, o bebeğe gebe?
26 Aralık 2008 Cuma
GEBE
Bir bebeğin gelişimini izliyorum fosur fosur sigara içen annesinin karnından. İç sızlatan yarım gülüşle selamlıyor... Acıyorum. Damarlarına işlemiş, hazırlıksız annelik içgüdüsü, kaybedilmiş kardeş, baba açığı. Son sözü söylemek neye yarar bu sızlayan, sızlatan beyinciğe. Neden suçluluk duyuyorum ondan fazla, ondan fazla hazırlıksız çocuğa. Neden ben sancıya, o bebeğe gebe?
24 Aralık 2008 Çarşamba
Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer
Vincent van Gogh’un, bir zamanlar kendisi için modellik yapan bir kızı hamile bıraktığı söylentiler arasındadır. Hatta Katolik rahipler bir dönem van gogh’a modellik yapılmasını bile yasaklamışlar. Ne olursa olsun, ben hep sevmişimdir van Gogh’u. Kulağını kesip bir fahişenin eline tutuşturmasından ziyade, sevdiği zaman ne derece tutkulu olduğunu bilmek daha çok etkilemiştir beni. Bir de hastalığının etkisiyle sarı rengine olan düşkünlüğü.
Yaşamı boyunca başarıyı elde edemeyen, kendini yetersiz hisseden, yalnızlık çeken van gogh, kardeşinin desteğiyle ayakta kalmaya çalışmış, gelen parayı boyaları ve diğer malzemeleri için harcayıp açlığı tercih etmiş. Ne azim. Belki de bu nedenle yoksulları çizmeyi hep çok sevmiştir. Vincent van Gogh, kardeşine yazdığı bir mektupta “Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum. Kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim" diye yazmıştır. Şimdilerde ise sadece bir tablosunun bile paha biçilmez olduğunu düşününce, durum gerçek bir ironiye dönüşüveriyor.
Aşık olmuş. İlk aşk onu fazla hırpalamış, oda kendini dine ve resme daha çok vermiş. Sonra Dul kuzenine gönlünü kaptırmış, ona aşkını sunmuş fakat karşısında “hayır asla” diye yanıt almış. Bir zaman sonra hayatına bir fahişe, bir zaman sonra da intiharı bile göze alan komşunun kızı girmiş. Para da zaten büyük hüsranlar yaşayan Vincent van Gogh, aşk konusunda da şans yolunu bulamamış.
Bir sabah uyanmış, resim malzemelerini de alıp tarlaya doğru yürümüş, kalbine bir el ateş etmiş fakat bu konuda bile şansı yaver gitmemiş. Kurşun ıskalayıp ciğerini delince 2 gün süren acılı bir ölüm olmuş. Kardeşinin kollarında ölüme yol alırken, söylediği son söz “Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer” olmuş.
21 Aralık 2008 Pazar
YAMA
Yıl milyon. En sevdiğim arkadaşım Aylin’in aksanını taklit ederek konuşmaya çalışıyorum. Taktığı haçın boynunda ne kadar güzel durduğunu düşünüp 18’i doldurur doldurmaz dinimi değiştirmek ve o kolyeden almak niyetim. Ne yediğimiz ayrı, ne de içtiğimiz... Evlerinden eksik olmayan anason kokusu hala burnumda. O zamandan beri sevmiyorum anasonun keskin kokusunu... Yolda terennüm ederek dolandığım bir vakitte, üstümde kocaman bir gölge beliriveriyor birden. Aylin’in annesini hep böyle kocaman bir gölge olarak algılıyor nedense zihnim. Zahir, selamlaşmaya üzerime böyle hışımla geliyor demeye kalmadan, kolumdan sıkıca tutup, iri memelerine hizalıyor gözlerimi. Her yanım zangırdarken söylediği hükümran lakırdılar, büyük bir uğultu halinde sarıyor beynimin her köşesini. Aylin’in sadece Ermenilerle arkadaşlık etmesini istediğini biliyordum, anlam veremiyordum ama biliyordum. Yine de bana imtiyaz tanınacağından şüphem yoktu. Ama yanılmıştım. Bir daha görüşemedim Aylin’le. O benden daha cesur çıkıp ara sıra aradı, bense var gücümle heyula gölgeden kaçtım.
Varsın benim gönlümü almak için milyonlarca imza atsın Aylin’in annesi. Ne o değişir benim gözümde ne de ben onun gözünde. Lakin yaşananlar insanın içine mıh gibi işler. Yıllarca garipsediğim, anlam veremediğim yaralayan tavrın bana en büyük getirisi, ırkçı zihniyetin nelere mal olabileceğini erken yaşta kavramak oldu, işte bu yüzden Ermenileri büyük birer gölge saymak yerine hepsini birer Aylin görmeyi yeğledim. Çözüm olacağını bilsem atarım belki imzayı, imza atanlara da laf edemem ama ben çoğumuza verilen yamalı bilgilerle dolu zihnimi kimseye karşı da kullanamam. Ben bir tek gözümün önünde cereyan edeni bilirim. Yerde sere serpe uzanan bedeni bilirim. İşte bu yüzdendir ki, asıl özrü dilemesi gerekenin ben olmadığımı da bilirim.
17 Aralık 2008 Çarşamba
10 Numara- http://www.sockandawe.com/
Nefret edildiğinin farkında, o ayakkabının kafasına neden atıldığının da. Fakat bu durum sonrasında dahi, “ayakkabı 10 numaraymış” diye espri yapabilecek kadar da pişkin. Muntazar El Zeydi, şimdi bir taraftan dünya kahramanı ilan edilip Kaddafi’nin kızı tarafından ödüllendirilirken diğer bir yandan götürüldüğü yerde, kaburgası kırılan ve bacağı sakatlanan bir et parçasından ibaret. İşin garibi, Bush’un korumalarının değil de Irak başbakanı Nuri El Maliki’nin korumaları tarafından dövülmesi ve Bush’un korumalarının Malikinin korumalarına “vurmayın” uyarısında bulunmaları. Kendini teslim etmiş, her tarafı yıkık dökük bir ülkenin, sağlam kalan tek duvarı sanki Muntazar El Zeydi.
Ayakkabı fırlatmak; vücudundaki en aşağı uzuvla bir tuttuğunun göstergesiymiş. Evin içinde koşuşturan yaramaz çocuğa uzun koridordan fırlatılan terlikler gibi. Peki ya şimdi ne olacak? Basın toplantılarına girerken ayakkabılar mı çıkarılacak?.