29 Mayıs 2008 Perşembe

B.ş

İzleyip etkisinden bir türlü kurtulamadığım programlar var benim. Gerçekliğine asla inanamadığım ama kıroluğuda elden bırakamayarak “ ayy bu ne ya “ diye tv ye azımdaki lokmaları sıçrattığım naçizane programlar.

Müthiş performansı ve konu içerikleriyle beni tamda yeniyetme zamanlarımda yakalamıştı “Yetiş Fato”. Her izleyişimde gözlerim yuvalarında dönüyor o böyle, afidirsiniz lama misali azını her doldurduğunda bizlerde evlerimizde tetikte bekleyip tv’leri suluyuveriyorduk. Ablanın kapı çalma adeti de yoktu. Bir cinlik efendime söyleyeyim bir hinlik sezdi mi Süpermen misali evin içinde beliriveriyor “ ne yapıyosun sen utanmıyor musun? tüüüü” deyip ortalığın tozunu attırıyordu.. En son programda yer alan zekası tavan yapmış kadınceyizlere orasını burasını elleten imam efendi ye öyle bir tükürük sallamıştı ki adam bi hafta içinde intihar etmiş, bir nevi tükürükle boğulmuştu.

Haksızlıklarla savaşan, mikrofonu çok sinirlendiğinde kafaya kafaya indirerek adalet arayan, bol keseden tükürükleri sallayarak yanında damacana gezdirmek zorunda kalan halk kahramınımız için 3 kere tü tü tü…

Akılda kalanlar:
-napıyosun sen burda!?
-yani fatma apla,o şekilde bu şekilde şu şekilde..
-neyy?
-fatma apla biz yani burda, o şekilde bu şekilde şu şekilde şey oldu yani..
(fatma girik arkasından eve dalan ekibine döner ve yarılarak ) -ne diyo bu be?
-yani fatma apla, biz yani bu şekil..
-haayddaaaaa!!

27 Mayıs 2008 Salı

KÖRPE

Ben ne ara 28 oldum allasen ? Tam manasıyla istediklerimi yapabilmem için arada 18li yaşlara yeniden geri dönmem bir nevi ışınlanmam akabinde pek keyif aldığımı söyleyemeyeceğim buhranlı öss sınavlarına tekrar tekrar girmem gerekiyor. Aksi halde kendimi kendime fena borçlu hissedeceğim. Ki bu durumda sanırım başka bir şansımda yok. Ya zaten ben bu ışınlanma zımbırtısını bunca zamandır neden icat edemediklerini de düşünüp duruyorum. Klonlamayı başardık velhasıl anlıkta olsa kaybedemiyoruz. Neyse malzeme parası ben vericim valla.

Ne zaman ki kuzenleriniz ve bacaklarınıza yapışıp gezdirmeniz için sümüklerini uzatarak ağlayan kardeşiniz 20li yaşlara gelmiştir ve sizden bi hayli uzun olmuştur, ne zaman ki özellikle en küçüğü gidip alınan pastaların üzerine artık mumlar sığmaz duruma gelmiştir ve kendi kendinizi “her yaşın bir güzelliği var” diye avutmaya başlamışsınızdır işte o vakit yaşlanmaya da başlamışsınız demektir. Neyseki daha 5 gün suda beklemiş durumuna gelmeme çook zaman var. Var di mi? Artık insanlar yaşımı her soruşunda önce annemin yüzüne bakıyorum. Çünkü ne zaman onun yanında sorulsa bir yaş ufaltarak söylüyor ve bu konuda kimse onunla tartışamaz. Çocukları gözlerinde hiç büyümediği için mi böyle der ebeveynler yoksa kendi yaşları ortaya çıkmasın diye mi? işte orasını bilemiyorum.

Hafta sonu izlediğim filmden de etkilenip henüz 20’li yaşların keyfini sürerken yapmak istediklerimin listesini çıkarayım dedim. Liste uzadıkça uzadı ve ben listenin sonunda maymun iştahlımı yoksa hayatın zorluklarını bilmediği için her haltı isteyen bi körpecik mi olduğumu çözemedim. Şimdi o liste nerede bilmiyorum. Piyano ders ücretlerini gördükten sonra pek karşılaşmak da istemiyorum açıkcası. Bu durumda bir org alıp dersleri düğün salonundaki bir abiden mi rica etmeli o konuda da kararsızım.


15 Mayıs 2008 Perşembe

Persepolis



Marjane satrapi'nin resimlediği müthiş filmden haberdar olmayan izlemeyen kalmasın istiyorum. Özellikle Türkiye'de tekrarlarının sürekli gözümüze sokulduğu çocukların ilk küfürleri öğrendiği "Şaban" filmlerinden, hangisi daha çok meme ucu gösterdi diye geç saatlere kadar beklenilen magazin programlarından daha çok gösterilsin istiyorum. Gösterilsin ki tam da karşımızda duran ve hızla üzerimize gelen felaketlerin en azından bir kısımının farkına varalım. Gösterilsin ki bu patriyarkal otoritenin, phallus hakimiyetinin sadece kadınları değil erkekleri de nasıl aciz bırakacağını, bu çıkmaz yola en çok da onların sayesinde girildiğinden, sonrasında duyacakları pişmanlığın içlerini nasıl da kemireceğini görebilsinler.

Bir tarafta iranın 20 yıl içerisindeki değişimini, diğer tarafta bu rejime karşı duran ve tek başına kampüste parmağını kaldırıp korkusuzca savunma yapan kızı boğazım düğümlenerek izledim. Tevekkül ettiğimiz ve birimizin bile parmağımızı kaldırıp gerçek bir savunmaya geçmediğimiz nereye gidecek diyerek sabır çektiğimiz durumları düşünüp mendilimin kuru yerlerini bulmaya çalıştım.

Bir babanın kızına "annenle bu sokaklarda elele yüreyebilirdik"demesi bir dönemlerin muasır olan ama şimdi kör olmuş, kör oluşunu izleyip buna nedamet getirmeyen bir ülke olduklarını ve şimdi gerçeklerle nasılda acı şekilde yüz yüze geldiklerini, omuzu sertçe dürtükleyen kocaman bir el gibi rahatsız etti beni. Annesinin alanda "özgür olmanı istiyorum dönme bir daha" dediği kızının aslında kafes hayatına alışmış ve serbest bırakılan bir kuştan hiç farkı yoktur. İşte bu yüzden hiçbir yere kendini tam anlamıyla ait hissetmeyecek, gittiği ülkede sadece mimetik tavrıyla ne kendini ne de yanındakileri mutlu edebilecekti.

Libidoları tavan yapmış, ALLAH katında taa bilmem nerelere ulaştıklarını sanan, sadece kadının saç telinden duyulan sapıkça dürtüden değil erkeklerin dahi giyindikleri kot pantolana kadar karışma hatta tahrik olduğunu bile dile getirmekte bir beis görmeyen ceberrut kişilikler etrafımızı sarmışken, ülke için bir gün iran olur mu? sorusuna çok sağlam doneler sunan  filmi binlerce kez  izlemek ve izletmek boynumun borcudur. 

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Look'ta Gör


Şimdi yukarda yer alan resmi şöyle bir incelemeye alalım. Öncelikle Kraliçe 2. Elizabeth resimde sandıktan çıkardığı yüzyıllık üzüm salkımlı kıyafetiyle bile nasıl da kadir-i mutlak duruşa sahip fark ettiniz mi? Şimdi ise hemen sağında yer alan Abdullah Gül'ün duruşuna şöyle bir göz atmanızı önemle rica ediyorum.

13 Mayıs 2008 Salı

TATİL



Tatil. Bunu yazarken bile suratımda oluşan ifade içimde kıpırdanan manasız heyecanı çok seviyorum. Geçecek bunlar, nasıl olsa tatile gidiyorsun diyerek kontrol altında tutmaya çalışıyorum arada bocalayan ruh halimi. Şimdi her şey sadece 1 hafta olan ve hala hazırda onaylanmamış tatilin üzerine kurulu. Aldığım elbiselerim, pabuçlarım ve tabii kitaplarım. Tatil yerini seçmekte her zaman ki gibi pek zorluk çekmedik. Zaten aşık olduğum siluetinin güzelliğine bakmakla doyamadığım olimpos’a bir günde olsa gidip ayağımı serin sularına sokmak ve bacaklarımı çimdikleyen balıkları abuk sabuk yüzme stilimle kovalamak istiyorum. Sahil boyunca yürümek, geceleri sanki bi anda hepsi tepeme inecekmiş kadar yakın duran yıldızlara uzun uzun bakıp bir de işi amelelik boyutuna getirip zaten çıkmayacak resimlerini sevgilimin ikazlarına rağmen çekmek istiyorum. Börülcemle kurduğumuz hayallerin bizim bile tezahür edemeyeceğimiz durumlarla sonuçlanmasını diliyorum. Amin.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

DELİ DUMRUL YASALARI

Deli dumrul yasalarını duydunuz mu? Yakında duyacaksınız o zaman. AKP kapatma davası devam ededursun hükümet, başta büyükşehirler olmak üzere, belediyelerin gelirlerini yüzde 30 artırmaya yönelik, kamuoyunda “Deli Dumrul yasası” olarak bilinen düzenlemeleri yasalaştırmaya çalışıyormuş ki kesin başarılı olacak. Neden mi?. Çünkü halk buna sesini çıkarsa da kimse aldırmaz, baktılar fazla abartıyolar sokaklara falan çıkıyolar hakları için, o zaman bi güzel sopalar, basar biber gazlarını oldu bitti. KAPIMIN ÖNÜNE PARK ETTİĞİM ARABAM İÇİN VERGİ ÖDEMEK DİYE BİR SAÇMALIĞI KABUL ETMİYORUM diyemezsin aslında bunu büyük harflerle bile yazmamalı mıydım?.  Tabi bu sadece benim takıldığım maddelerden bi tanesi. Bu vergileri düzenleyen amcalarım, abilerim ülkenin açlık sınırından haberiniz var mı? Yoksa yok mu ?. Yoktur tabi canım bilseniz bunlar olur mu?.

Bu ükeyi terk etmek mi lazım?. Yoksa zaten istenen bu mu? Tıpkı işten çıkarmak istedikleri birine yıldırma politikası uygulanması gibi.

Sokakta yürürken ne çok insanın kendi kendine konuştuğunun farkında mısınız? Ya da kendimiz dahil yakın arkadaşlarımızın ebeveynlerin sürekli depresyon hallerinin. Kafayı memleket olarak yavaştan değil gayet süratle yediğimizi görebiliyor musunuz?. Bu memlekette işten 6 da çıkanların sayısının ne kadar az olduğunun farkında mısınız?. Ya aynı işi yapıp birimizin 1 diğerinin 10 aldığı durumlar? Trafiğe girmeyenimiz var mı? İşinde mutlu olanları da sormak lazım. Ay sonunda cebinde para kalanlar? eh bu kadar mutlu bir ortam sağlanmışken Halk ekmeği kuyruğu önünde 3 lira için sabahlayıp ekmek alan anneler varken biraz daha vergileri arttırsalar ne olur? Yasanın adı durumumuza nasıl da uygun değil mi?

9 Mayıs 2008 Cuma

EKŞİ

- evinin kadını cocuklarının anası olacaksın uleyyn!
- 3+1 mi?
- evet
- klima var mı?
- evet
- tamam kabul ediyorum

Hayatın Pause Dügmesine Basılması: DEPRESYON

OOf bayılazaaam şimdi... Alışkın olmadığım bu depresif ruh halinden acilen kurtulmam lazım. Kafamda oluşan binlerce soru. Hiç üstüme gelme düzeltemiyeceğim şeyler istiyosun. Hayır olur yanı varsa amenna, tükan senin.

Üstüme üstüme gelen monitörden uzaklaşmak. Yanımdaki masada çalışan arkadaşın "bu kadar iş var mı yahu" dedirten susmayan, sanki hepimizinkinden daha çok  "çıt - çıt " eden mause'unu kırmak yok yok güzelce azına tıkmak istiyorum. Üşenmeden sürekli kendine çay-kahve servisi yapan, koridorun sonundaki sekreterin üstüne kusmak, joker gibi suratına bağırarak "gülüp durma beeee" diye çemkirmek, hayatımda bi kere denediğim onda da anneme yakalandığım iğrenç tadı olan sigarayı dertli dertli içime çekip sigarayı yeni bıraktığını öğrendiğim müdürümün odasına odasına üflemek istiyorum.

Uzun, sessiz, kimsenin karşıma çıkmayacağı, kulağıma beni sakinleştirecek "seni anlıyorum" sözleri içeren "king of convenience" şarkıları çalınsa.  Km'lerce yürüyüp üşüsem. Evin kapısını, bir yerde unuturum korkusuyla sıkıca tuttuğum yeni aldığım mavi kaplı kitabımla açsam kahvem yapılmış ve kitap bitene kadar hep sıcak kalsa. Saatlerce uyusam, Yann tiersen bana piyona çalsa...

8 Mayıs 2008 Perşembe

ATMA HOCAM HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ

Bugün hürriyetin manşetine konu olmuş Haberin detaylarında; bir gecede ALTMIŞ kere beraber olan ve bunu kitabına taşıyan Prof. Uludağın “ Sufi Gözüyle Kadın” adlı kitabından alıntılar vardı . “Hak ve erenler ve Allah dostları” nın cinsel güç açısından “tam ve mükemmel erkekler” olduğunu vurgulamış saolsun.

Sn. Uludağ derhal rehabilite edilmeniz lazım, durum öyle böyle değil. Lakin yazıda bu icraatin diğer bir üyesi olan 14 yaşındaki şeyhin karısı ise ve bu duruma “maşallah” nidaları yükseltip gıptayla bakıyorsanız kuşkularım giderek artıp bir Hüseyin Üzmez vakası ile daha karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor bana. Kaldı ki hocam, körkütük inanıp konu edindiğiniz şeyhin saat mevhumu yok muydu? ya da geceler 12 saat daha mı uzundu? aydınlatılmak isterim. He eğer o da değilse sanırım sizin şeyhin cinsel gücü değil cinsel bir sorunu varmış ya da hepimiz birimiz birimiz hepimiz mantığı, müritlerinin desteği söz konusu olmuş olabilir mi? gördüğünüz gibi iş kendiliğinden bir çıkmaz ve sapıklık boyutunun doruk noktasına ulaşmıştır bile. Neticede opsiyonel bir durum. Tabii cinsel münasebeti öpüşme sanan bir zihniyetle de karşı karşıya olunması muhtemeldir.

Hadi varsayalım böle bir durum gerçekten mevzu bahis, işte o zaman kariyer seçiminde büyük yanlışlık yapan , kendisini tanımlayan ifadenin sonundaki “h” harfinin fazlalık olduğunu haddimiz olmadan iliştirmek isterim. Yanında bunu haber yapan gazetemize ve ilahiyat fakültesi eski öğretim üyelerinden Sn. uludağ’a saygı ve sevgilerimizi bizi sabah sabah böylesine mucizevi, öğrenilesi durumdan haberdar ettikleri için şükranlarımı sunarım.

2 Mayıs 2008 Cuma

GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ ŞU BENDEKİ AŞK OLMASA



Şu sıralar bay x’e, taramadan bağladığım saçlarım, üzerime iki beden büyük gelen, sürekli çekiştirdiğim pijamam ve elimde tehditkâr biçimde tuttuğum bıçağımla açıyorum kapıyı. Bir telaş uzattığı yanağa kondurduğum öpücükle avutup, mutfağın yolunu tutuyorum. Keşke ben yemekleri hazırlarken ya da etrafı toparlarken “Aferin size bu kadar çalıştınız MAC ürünlerimiz ve makyaj bedava” diyen reklam kadınları dolansa evin içinde. Böylelikle kapı arkasında bekleyen eşlerin hayal kırıklıklarına bir son verilmiş olunurdu. Mecburiyetlerimi giderek sevmeye başlıyorum aslında, işten eve koşturarak gelip telefonda annemin kafasını “şimdi hangi malzeme atılacak? Ne kadar pişecek? Pişeceğini nasıl anlayacağım?” sorularıyla boğup binevi özlemimi de gidermek için bahane buluyorum. Evlilik zor mu? Evet zor. Ama abartılacak bi yanı da yok hani. Hayatınıza giren kişiyi değiştirmek gibi bir gaflet içindeyseniz durum farklılaşır elbette. İşler bitip elime çayımı ya da kahvemi aldığım, neden bu kadar uzadığını anlamadığım kitabımı okumaya devam ettiğimde mutluluğumun tarifi yok ohh. Sevgilimde yanımda, daha ne olsun.

Milan Kunderanın “Saka” adlı kitabı;
“…………
şu son yıllarda, kaç kez, her türden kadın beni kendini beğenmişlikle suçladı (salt onların duygularını yeterince yanıtlayamadığım için). Bu anlamsız bir şey. Ben kendini beğenmiş biri değilim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, ben bu yetişkin çağımda, bir kadınla gerçek bir ilişki kuramadığım, hiçbirini sevemediğim için yeterince üzgünüm.”

Yukarıda yer alan haberin konusuna şöyle bir göz attıysanız simaların durumunun izahı seninki benden karadan ileri gitmemekle beraber kadının kendine duyduğu özgüven karşısında önünde saygıyle eğilirim.

Minik; Tomaso Giovanni Albinoni dinleyerek kulaklarının pasını siliyor.