29 Nisan 2008 Salı

KİMLİKSİZ

Aklımda sadece yazmak varsa ve buna kalıp uydurmak zorunda hissetmiyorsam ya kendimi? Evet sadece yazmak istiyorum, egomu şişirmek, noktalama işaretlerinden bihaber olmak, yüzümü ekşiterek beğenmediğim yazıları buruşturmak istiyorum. Karasızım yazacaklarım hakkında, konularım aslında o kadar çok ki ve bir o kadar yavan.

Kendime bulduğum garip mahlaslarım olsun istiyorum. Ya da toptan kimliksiz olmak, okunan her satırda muktedir bir kimlikmiş havası yaratmak. Beyinlere giydirilmiş deli gömleklerini, öğretilerin her birini alabora eden ve bunu tek bir cümleyle başarabilen yazılar yazmak istiyorum.

İstemek ne kadar da kolay. İcraatın bu kadar da zor olmaması gerekir aslında. Şimdi her zaman yaptığımı yapıp tercih yollarımı sonradan okumakta zorlanacağım ve büyük ihtimalle de bir daha okuyamadan kayıp edeceğimi bildiğim A4 kâğıtların kenarlarına iliştireceğim. Ve bunlardan bir daha asla haberim olmayacak.

24 Nisan 2008 Perşembe

GEL VATANDAŞ GEEL!!

Şimdi benim her şeyi alttan almaya çalışan tarafım saf tarafım mı? Yoksa uğraşmaya üşenen tarafım mı...? İnsanların bir başkasına kapris yapma lüksünün olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Muzdarip olduğum bir durum karşısında sümüklü kızı oynayacağıma oturup konuşmayı ve sorunu halletmeyi, konuşma sonrasında benim için tatmin edici olsun, olmasın her şeyi unutmayı tercih ederim.

Yorucu, iç sıkıcı durumlar yaratıyoruz. Eyvallah! Peki, bunu don lastiği durumuna getirenlerde bizler değil miyiz? Tartışabilen, olaylara olgulukla bakabilen yanımız ne kadar da hırpalanmış. En yakınımız bile bir an da nasıl da en uzağımız oluvermiş. Sarf edilen cümleler nasılda almış başını gitmiş. Maşallah, maşallah!

10 Nisan 2008 Perşembe

AYNI SHOW BU HEP AYNI ....


"hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sukutu, ne inkisar kalır...

"demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor. seninle aramızdaki yakınlaşmanın bir hududu, bir sonu olmamasını ne kadar isterdim. beni asıl, bu ümidin boşa çıkması üzüyor..."

"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum. bu eksik sana değil, bana ait... bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın... seni seviyorum... deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum..." * KÜRK MANTOLU MADONNA

Öğle yemeğine çıktık, az da olsa bahar havasını bünyelerimizde, (ağzımızı çalınmış bir bal misali) yer ettik ve bize sunulan kapalı jaluzi yanı masalarımıza gömüldük. Şimdi, saniyeleri 10dk. monitörün sağ tarafına 10dk. sol tarafına bakarak geçirmeye çalışıyoruz. Yeni başladığım işe de pek hayırlı gelmiş olmalıyım ki piyasa sizlere ömür. Kapıdan her çıkışında patronla göz göze gelip ne hikmetse onunda bildiği olmayan işleri yapıyormuş izlenimi yaratmanın verdiği yorgunluk beni sabahladığım işlerden daha çok yoruyor

Aynı odanın içinde müdürüm hatta öğrendiğim kadarıyla şirketin yarısına sahip, muhabbetin sadece “günaydın” ve “ çok yaşa” kısmında buluştuğumuz nadide insanla ömrümüzün ne kadar uzun süreli olacağını kara kara düşünüp duruyorum. Bu zat-ı muhteremle aynı odayı paylaşmamızın yanı sıra aynı işin belirli kısımlarını da paylaşıyoruz maalesef. Aslında benim için en zor olan kısmı ağzında bir dolu köpük yaparak ve gözlerini döndüre döndüre konuşarak anlamadığım bin türlü bilgisayar terimimi bi çırpıda yalayıp yutmamı istemesi. “Anlamıyorum yahu tane tane konuşsana, ayrıca nerde bu server” diye çemkiremediğiniz ve sizi salak sanmasın diye sürekli başınızı “evet” anlamında salladığınız kişiye ıkına sıkıla bir kez daha yinelemesini istersiniz, dikkatle bakıldığında ağız kenarında oluşan köpük sayısının arttığı ve bu gergin kişiliğin yinelemekten hiç hoşlanmamasından kaynaklı daha da anlaşılmaz sesler çıkardığını fark ettiğinizde artık çok geçtir ve siz köpükleri sayarken o cümlesini bitirmiştir bile. Bunun sonucunda elinizde saatlerce kendiliğinden düzelmesini beklediğiniz nur topu gibi bir işiniz olmuştur artık.

3 Nisan 2008 Perşembe

YOK BAŞLIK MAŞLIK

Eskidendi diye başlayan cümlelerle dolu ağzımız, zaman geçtikçe çoğalan, kâğıtlara yazılanlara gizli çekmeceler bulamadığımız, bol özlemli. Yaşandığı yıllarda o kadar da cezp edici olmayan. İnsan evladının kendisine uyguladığı en temiz işkencedir özlemek. İlk öpücüğü, aşkı, bayramları özlemenin verdiği temiz acı günden güne eklenen yeni yâd edilecek konularla gündemimizi meşgul ededursun yaşadığımız belki de en özlenilesi anları da alıp götürür bizlerden.

2 Nisan 2008 Çarşamba

ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAAAN BASMA DA FİSTAN GİYEMEM AMAN!

Şimdi yeni bi ev için ne gerekli? valla bana sorulacak olursa annemin evini komple alıp salonun ta orta yerine yerleştirmekte hiçbir sakınca yok,sadece biraz sıkışık olur o kadar. Meğer ne meşakatli , ne nankör bir şeymiş ev döşemek. Ara tara heh koltuğu buldun ama ölçü almamışsın hadii koş koş ölçü al eve gel geri dön sipariş ver bekle ki gelsin. Hadi geldi judi: abi bu benim istediğim kumaş değil ki yaaa!!
bılabıla: Yani abla biz bu kumaşıda çok satıyoruz, bu da güzel bi kumaş neticede
judi: ayy inanmıyorum, kenarlarda lake olucaktı bu basbayaa siyah yahu!!
bılabıla: abla şimdi olmuyo ama lake dediğinde bin tane renk var töbee töbeee!

Evet neymiş bundan sonra eve koltuk neyim almadan önce mobilya iskeleti kurslarına gitmek ağaçları ve mobilyayı tanımak gerekiyomuş. Yahu ne bilirim ben lakenin kaç rengi var söylesene be adam. Asıl dananın koptuğu yer ki ev döşeme zamanında o kuyruk sürekli ayak altında neyse ölçüsünü aldığınız mobilyalardan hiçbiri evin içine sizin ölçüsünü verdiğiniz ve cuk diye oturacak zannetiğiniz şekilde yerleşmez. Evinizde, ne zaman alındığını bilmediğiniz abuk subuk birbirleriyle alakası olmayan aksesuarlardan kurtulamayıp anca karşılarına geçip ağlarsınız. Tabi bu sırada zaman geçmiştir ve evin hala bi düzeni olmayıp olan eşyalarında oralarında buralarında yeni farkettiğiniz vuruklar oluşmuştur ya da zaten vardır siz uyuyosunuzdur. Çağırıpta muhattap bulamadığınız hatta bi iki arama sonrasında havluyu ıslatıp ıslatıp ense köküne vurmak istediğiniz ve genelde ne söylediğini anlamadığınız insanlar bulursunuz karşınızda.
Bay x ve ben yıllarca düşlediğimiz ev hayaline, bir sürü yayılarak izlenecek filme ve cipse sahibiz. İşten eve geldiğimde bay x’si, hatta evi zapt eden kablolarını, kumaşı bozuk koltuğu ne kadar çok sevdiğimi düşünüyorum. Ama yine de ev dekorasyonu mu? aman aman istemez kardeşim kalsııın...! Tabii birde bu konuda çok marifetli olanlar vardır efendim. Siz daha gelen çiçeği vazoya koymayı beceremezken, “ İşte şekerim şununla şunu birleştirdim bi de ucuna eskiciden aldığım zımbırtıyı taktım astım. Ayy valla gören bayılıyoo”. İştre o anda aklınıza gelen ilk şey kafasına bi odunla vurduğunuz zat-ı muhteremi güzelce bayıltıp etlerini çimdirmek ve tabii bu güzel şeyi kucaklayıp götürmek olur. Kendinize geldiğinizde yüzünüzde ki allah seni nasıl biliyosa öyle yapsın gülümseyişi kişiyi göklere çıkarırken sizde bi koşu eve gidip bulduğunuz abuk subuk eski şeyleri birleştirmeye çalışır olmayınca da...

Yok yahu o kadar da piskopat değilim, olmadı isteriz bize de yapsın. Yok yapmam derse işte o zaman bi daha düşünürüz.

1 Nisan 2008 Salı

YAZIKLAR OLSUUUN!

Hikmeti şu sıralar hafta sonlarının güzel geçmesinden midir bilmiyorum ama daha bi hızlı geçiyor bana çalışma saatleri. Yeni başladığım ve hala hazırda pekte kendini mensubu hissetmediğim bu küçük topluluğun rehavetini bol bol placebo dinleyerek atmaya çalışıyorum. Daha önce çalıştığım yoğun iş temposundan bayaaa bir uzakta olan bu çalışma ortamı bir taraftan bana derin bir “ohh” çektirirken diğer taraftan bir tasarımcı olarak bu rahatlığın, yavaşlığın beni nasıl da körelttiğini kara kara düşündürüyor.

İş yerinde çok da gülümseyebilen, patronuna olur olmadık şirinlik gösterileri yapabilen biri değilim ve bunu yapabilen arkadaşları da gösterdikleri bu büyük yalakalıktan ötürü tebrik ediyorum. Küçük işletmemizde bu tür faaliyetlerde bulunan bunu da gördüğüm en akla zarar biçimde sergileyen cücük beyinli ama dünya güzeli bir hatunumuz var ki kendisi öğle saatlerinde işe gelmesi ve bir paragraflık yazıları bile aylar sonra masamıza bırakması ile tanınır. Bundan iki gün öncesin de yazıp şirketteki herkese gönderdiği mevki talebi yazısını gözlerimi pörtlete pörtlete okuyarak ve sinirlerime hakim olmaya çalışarak okudum. Kızdığım şey onun bu isteği değil insanların nasıl da bu kadar yüzsüz olabildikleriydi. O kadar okumak senin neyine diye kızadurduğum şahsiyetimi bir kenara çekip tekme tokat girişmek istediğim zamanlardır bunları işittiğim zamanlar. Yazık bana ya, yazık bize ya….