16 Ekim 2008 Perşembe

Alaca

Ben bir mahallede büyüdüm. İnsanların kapı önünden geçerken zilinizi çalıp hatırınızı sorduğu, paranız olmadığında bakkalın tozlanmış defterine bir çentik daha attığı, çocukların camları kale diye kullandığı, marangoz Kürt hasan amcanın talaşlarının uçuştuğu, hurdacı, patatesçi, salepçi, bozacının naralar atarak geçtiği, filanca hanımın kızı olarak tanındığınız, Laz kızı Emine’nin camdan elişi dersleri verdiği, Janet teyzenin paskalya bayramlarında renkli yumurtalarından, anason kokulu çöreklerinden nasiplenmek için kapısını arşınladığımız, din, dil, ırk ayrımı yapmayan, bilmeyen bir zamanların mahfuz mahallesinde… Sükûnetin damarları, ben elimdeki bebeği bıraktığım zaman çatlamaya başlamış, ayrımcı zihniyetlerin, anlam veremediğim lakırdıları kulağıma çalınmaya başlamıştı bile . Nasıl farklı olabilirdi kara gözlü Nadin aynı onun gibi kara gözlü Ayşe’den, ya Berfin?. Neydi ırkçılık? Bunu çok kısa bir vakit sonra bende anladım. Oysa, ne dilim farklıydı ne de dinim. Ağzı olan konuşuyor misali cahilce yargılamalardan öteye gitmedi benim için konuşulanlar. Ne Kürt kadınlarının ağızlarına sıkıştırdıkları tülbentle ağır aksak yürümeleri eksik olsundu hayatımdan, ne cilveli, yeşil gözlü Laz kızlarının yanık türküleri, ne de Ermenilerin cenaze törenlerinde, kıyafetlerin en siyahıyla görkemli kilise geçitleri. Beş binlik bir pazılın olmazsa olmaz parçalarıydılar benim için her biri. Birinin eksikliği o büyük ihtişamı yok edebilirdi lakin. Peki bu pazılın parçalanması, dağılması kimin daha çok işine gelecekti?.

Irkçılık; sadece dinler, diller kavgası değildir. Bugünlerde bizler başımız açık ya ada kapalı diye birbirimize düşer olduk, bugün bizler sosyal sınıflarımız birbirimize uymuyor diye aynı lokantalarda aynı kap kaçağı kullanmaktan çekinir durumdayız. İnsanın insan olduğunu unutup bi avuç sütü bozuğun lakırdılarına kulak asıp, kardeş kardeşe düştük . Peki ya ölenler? Aynı kan aynı canlar heba edilmiyor mu? aynı insan evladı için farklı dillerde ağıtlar yakılmıyor mu ?. Nedir peki fark? Evlat yine evlat. Tek fark yakılan ağıtların dilleri… Vatan sağolsun diye tabutta saatlerde koynundaki bebeğiyle ağlayan kadın mı daha büyük acı çeken, yoksa Kürtçe sloganlar atarak en önde göğsünü yumruklayarak ağlayan ana mı?

Televizyonda eline kurşunu alıp “işte bizim kalemimiz budur” diyen, köyündeki küçük çocukları etrafına toplayıp, kenarları yırtık defterinden Alfabe’yi öğretmeye çalışan ve “sadece okumak istiyoruz, sadece okumak” diyerek küçük omuzlarında başkalarının alması gereken büyük sorumlulukları yüklemiş aktütün’lü dünya güzeli çocukları ve daha nicelerini elimi uzatıp çekip almak istiyorum cevapsız kalan sorularından, sorunlarından. Birinin derdine göstermelik çareler bulup işin içinden sıyrılmaya çalışan zihniyetlerden.

1 yorum:

  1. kötünün eli uzun.
    iyinin kolu kısadır.

    kötü olan sokaktan geçen adama bir taş atsa kafasını yarar.
    ama sen sargıbezi tendürdiyot atıp saramazsın.

    kötünün işi kolay,
    iyinin ki zordur.

    ama sonuçta iyiler kazanacak.
    çünkü onların yadımcısı vardır.

    alaca'lılar olduğu gibi
    osmancık'lılar da vardır :)

    YanıtlaSil