28 Temmuz 2008 Pazartesi

KÖY ÖĞRETMENLERİ




Kendini şanslı addeden kişilerden oldum, olmaya çalıştım. Olanaksızlıklar çıktı karşıma tabi ama çoğunu kabullenmeyip daha iyisi için çabaladım. Bulunduğum konumdan şikayet etmek ancak nankörlük olabilirdi. “Buna mı üzülüyorsun?” dedirten şikayetlerim, gözyaşlarımda oldu elbet, sonrasında kendime kızdığım, kendimden utandığım şımarıklıklardı bunlar.
Yıl milyon. Köy kokan, saçları kınalı, eteğinin önünde kemer niyetine kullandığı lastik, elleri yaşlı zeynep’le tanıştım isyan yıllarımda. Karşısındaki koltukta oturup, kafasını bir kez olsun yerden kaldırıp yüzüme bakması için bekledim. Ne başını kaldırdı, ne de tek bir kelime etti. Yanındaki halası onun adına konuşuyor, onun isteklerini anlatıyor, birkaç gün bizde kalıp kalamayacağını da laf arasında ilave ediyordu. Akranlarıyla olması iyiydi belki ama bizim açımızdan üzerinde barındırdığı kokuya alışmak zordu. Niyeti okumaktı, ya da o vakitler biz öyle zannediyorduk. Şanslıydı da bu konuda, şayet isterse köyden ayrılıp, İstanbul’da okuyabilecekti. Zeynep’le kısa bir yürüyüş yapmak için biraz baskı uygulandığını itiraf etmeliyim. Konuşmuyor, gülmüyordu. Zorlanılan bu yürüyüş sayesinde, uzakların öyküsünü dinleme şansım oldu Zeynep’ten. Uzakların yolları engebeli, şikayeti çok, cümleleri azdı. Çok uzun bir zaman Zeynep’in etkisinden kurtulamayarak köy öğretmeni olmak istedim. Ben; yan oda da bile yalnız uyumaya korkan judi, gidip köy yerinde kendime bakacak, Mumu bile yakarken, ateşi eline isabet ettiren “ben”, okula km’lerce yürüyerek gelen donmuş, minik bedenleri, soba yakarak ısıtacaktım. Dokunurken bile dişlerimin gıcırdadığı yün çorapları, kardan sırılsıklam olmuş ayaklarıma giyip, günün yorgunluğunu şehri anlatan kitapları okuyarak atacaktım. Zor olacaktı ama ben kendimle, onca yolu okumak için gelen esmer tenli, minik elli her çocukla gurur duyacaktım. Yapamadıklarıma üzülüyorum elbet, ama sadece oraya giderek değil oturduğum klimalı odadan da bir şeyler yapabilirim onlar için. Belki bir kitap, belki bir pabuç….
Zeynep’e gelince okumayı değil, aşık olmayı seçti. Okumak için değilse de aşk için çok acılar çekti. Psikolojisi günden güne bozuldu. Birkaç kez evden kaçtı. Şimdilerde akıbeti nedir? Bilmiyorum.

2 yorum:

  1. cok alakasiz yerlerde vuruyor bazen gercekler en osmanli tokadini suratimiza. bir sandoviccide otururken turla gelen bir yasli grubu izleme firsati surekli gecmez eline; ancak benim gibi asil bekledigin insan yarim saat gecikmisse olur. Bir yandan sag tarafi felcli bir baba ve sporcu ogluyla yenilen bir yemek bir yandan zamaninda ayna karsisinda en son aldigi elbiseyi done done kutlayan yada sacini ozenle tarayip begendigi kizi nasil tavlayacagini dusunen o gecmis zaman gencliginin simdiki kirismis tenleri ve islak gozleri... bir sandoviccinin bu kadar yogun olabilecegini dusunemezdim aslinda...

    o zamanlar anliyor insan hayatin nasil onumuzden hizlica gectigini, o zaman anliyor insan dunya icin neler yapabilecegimizi ama kendi akintimizda yillari gecirip bos bir hayat yasadigimizi, o zaman anliyor insan disarda ne kadar farkli insanlar oldugunu ve o insanlarin bizlerin sahip oldugu imkanlarin yuzde birine sahip olmadigini; ve bizim hicbirsey yapmadigimizi...

    kazandigimiz paranin, ictigimiz kolanin aslinda hicbir onemi yok, eger obur yanda birileri fakirlikten ve acliktan oluyorsa. Aklima Candan'in sarkisi geldi... neyse. ellerine saglik.

    p.s. sanirim bu konuyu kendi blog'uma da tasimam lazim, :))

    YanıtlaSil
  2. Aslında baya bayaa mutluyuz,mutsuzlukları km'lerce öteden görünen insanların yanında. Lakin dilimize vurmuş bizim:)

    YanıtlaSil